Ne diyor Fazıl Hüsnü? (Fatma Nur Yıldız)
Günün en koyu saati… 16.37.
İnsanlar, saatler, anılar kalabalıklaşmışken… Hiçbir şeye sürmem elimi. Kendime
ait bir düzenim yoktur, insanların alışkanlıklarına da karışmam pek. Hayatın
akışına taş atıp bulandırmam sıradanlığı. Huysuz biriyimdir aslında. Sadece
bazen tekdüzelikten kurtulmak için iyi insan taklidi yaparım. Mesela geçen gün
eve dönerken, bir kadının poşetlerini taşımasına yardım ettim. “Ne kadar da iyi
birisiniz.” dedi. “Değilim.” dedim, iyi biri değilim ben. Ne yalan söyleyeyim,
yalancı da değilim. “Ama az önce bana yardım ettiniz.” dedi. İnanabiliyor
musunuz? Benim yıllardır tanımama rağmen yeni yeni anladığım kişiliğimi iki
dakikada özetlemişti. İyi… Sustum. Konuşmak gereksizdi. Uzun uzun anlattığı romanı
boşuna “anlamazlardı” diye bitirmemişti Atılgan. Anlamazlardı. Aldım portakal
poşetini, yokuş aşağı yuvarladım. Şaşırdı kadın “ Ne yapıyorsunuz siz” dedi. Ne
yapayım, öyle ayda yılda bir değişiklik olsun diye iyilik yapıyoruz onu da
yapmacıklaştırıyorsunuz. Boşuna dememiş yazar “Çekicini başka ahenkle sallayan
bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlar.” Biz de bir gün usta
oluruz, bir gün çırak…
Daraldığımı
hissediyorum dışarıda. Dışarısı çok havasız. Ah, evim. En çok da balkonumu
seviyorum. “Ne varsa balkonumda var, odam çekmecem kadar soğuk.” Der bir şarkı…
Bıraktım omuzlarımdaki şalı içeriye. Burada sadece ben varım. Güçsüz omuzlarım
var. Hem ne kadar yük varsa üstümde ayakkabılarımın yanına koydum. Buraya
gerçek dünyadan bir şeyler sokmak yasak.
Çıkardım
cebimden, yaktım. Kâğıdın üstüne birer birer dizdim küllerini kelimelerin.
Ağzımdan çıkan sözler griye kapladı etrafı. İki sene önceydi sanırım, o zamana
kadar pasif yazarım tabi. Öyle oturuyorum yanlarında bağımlıların. Arkadaşın
biri uzattı bir dal, “Al” dedi, “Dene bi’”. O günden beri kullanıyorum. “Ben
bildiğimi söylerim / Şair olmak zarar ömre.” Demiş Ahmet ağabeyimiz. Ne güzel
demiş. Ama ne yapalım? Bu ülkenin bir de Sait Faik’i var. Yazmasak ölüyoruz.
Küçük
bir masanın üzerinde daktilom var balkonumda. Onun dışında bir ben yer
kaplıyorum, gerisi iyilik güzellik. Gerçek olan her şeyi dışarıya hapsettim.
Bir güzel de kilitledim kapımı, penceremi. Artık kimse çıkamaz dışarıdan ve ben
balkonumda özgürlüğün resmini yazıyorum.
Mutfağa
gidip bir oralet yapıyorum kendime. Çünkü ne demiş şair: “İnsan keyifliyken
çay, hüzünlüyken de rakı içmeli. Saçma bir tekrarı durup durup yaşıyorsa da
oralet…” kusura bakmayın, şair böyle demiş.
Tekrar
balonuma geçiyorum. Her yer benim toprağım, gökyüzü benim… Sınır yok burada,
top yok, tüfek yok, kimse birilerinin bayrağına göz dikmiyor, kimse öldürmüyor
çocukları… Binlerce kâğıttan mavi turna kuşu sarkıyor tavandan. Duvarlarında
şiirler asılı. Turgut’un kadınının kokusu var havada, Nazım’ın davası var. Haşim’in
kızıl havalarını seyrediyoruz birlikte. Cahit bir kenara oturmuş ölümüne
hazırlıyor kendini. Bir dönüp baksa, bulutlar bir ayrı mavi bu gün. Oğuz
geliyor, yanında Albay. “Bir bardak da size doldurayım Albayım.” Diyorum.
Ruhu
alelacele toparlanıyor. Doğru diyor Necip “Var mı Allah’tan yukarı, kabirden
aşağı?” Bir derde düşmüş Süreya, ölümü, kalımı… Artık adam olmazmış bu derde
düşeli. Birde Sabahattin var. Ölmeseydi yazacaktı. Ama öldü. Edip de öldü,
Dıranas da… Saatler koşuyor. “Hani kurşun sıksan, geçmez geceden”. Anlatamaz
Arif, nasıl ıssız, nasıl karanlık. Bırakıyor martıyı, balığı, çıkıp geliyor
İskender. Tamamız biz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Teşekkürler
#SSBL